Halil Cibran anlatıyor:”Gençliğimde, bir defasında, dağın öteki tarafında, sessiz koruda yaşayan yaşlı bir ermişi ziyaret ettim. Biz onunla oturmuş, erdemin doğası üzerinde konuşurken, bir haydut, yamacı tırmanarak yorgun argın yanımıza geldi. Ermişin önünde diz çöküp eğildi ve”Ey ermiş,” dedi, “kurtulmak, rahatlamak istiyorum. Günahlarımın yükü taşınmaz ağırlıkta.”
Ermiş, “Benim günahlarım da öyle,” dedi, “Taşıyamayacağım kadar ağır benim sırtımda.”
Haydut, “Fakat ben bir hırsızım, bir çapulcu…” dedi.
Ermiş, “Ben de öyleyim, hırsız ve vurguncu” diye cevap verdi.
Haydut, “Fakat ben aynı zamanda bir katilim,” dedi, “kurbanlarımın feryatları gitmiyor kulağımdan…”
Ermiş, “Ben de öyleyim” diye cevap verdi, “ben de katilim ve kurbanlarımın feryatlarından kurtulamıyorum bir türlü…”
Haydut bu sefer, “Ama benim işlediğim, o-hoo, daha bir sürü suç türü var” dedi.
Ermiş, “Benim de öyle” diye cevapladı. “Benim de işlediğim sayısız suçlar var.” Bunun üzerine haydut ayağa kalktı, ermişi süzdü, gözlerinde tuhaf bir ışık vardı ve giderken dağın yamacından hoplaya zıplaya aşağı indi.
Ermişe döndüm ve “Kendinizi niçin işlemediğiniz günahlarla suçlayıp durdunuz?” Daha fazla